“Böyle Aşkın Izdırabını…” kitabını çok başarılı şekilde yorumlayan ve  yazan Nazan Arısoy tüm merak edilenleri iststarmag dergisine anlattı…

“Böyle Aşkın Izdırabını…” kitabını yazarken çok şanslıydım. Şanslıydım diyorum çünkü en bildiğim yerden yani kendimden kaynak toplayıp yazıyordum. Tecrübeler ve tecrübelerin yarattığı duygular, davranışlar kitaba konu oldu. Otobiyografi gibi bir tema beklemeyin ama genele anlatılan, genelden alınmış tecrübelerden olma cümlelerle yazıldı.

Kitap yazma anılarımı uzun uzun anlatabilirim…

Yazarken, canlı yayın sunarken, dinlenirken müzik dinlemek, dinletmek bana iyi geliyor birçok çeşit müzik tarzında şarkılar sıralayabilirim. Herkes gibi belirgin bir tarzım yok. Ruh halime göre değişiklik gösterir ve en çok da o ana uygun sözleri olan şarkılar ilgimi çeker hatta o evrenden gelen şarkıyı, yaşam mesajı olarak algılarım.

Her kitabımın kendi şarkı albüm listesi var. En çok şarkı her zaman Sezen Aksu’dan oluyor çünkü biliyorsunuz; Sezen Aksu her durumun şarkıcısıdır. Kitap yazılırken sayfalar kendi melodisini çekiyor. Her konu için farklı şarkılar kitabın içine sihir katıyor. “Böyle Aşkın Izdırabını…” kitabımı yazarken dinlediğim tüm şarkıları kitabın son söz bölümünün ardından okuyucularımla paylaştım.  

Hiperaktifliğim tescilli. Bu nedenle beynim kategorilere bölünerek birbirine uygun olmayan farklı konuları aynı anda düşünebilir ve bu düşünceleri davranışa çevirebilirim. Çatlak biriymişim gibi algılamanızı istemem ama her duruma her koşula yetişir diye tanımlamanızı tercih ederim.

Üretmek beynimin en güzel özelliği ve hep her konuda üretmek isteyen beynimi seviyorum. Bu yüzden “Nazan Arısoy neler yapar?” dediklerinde ilk cevabım “Hazır mısınız, anlatıyorum,” oluyor. Senaryo, kitap yazarlığı, eğitim bilimleri, aile ve evlilik terapistliği ve biorezonans quantum frekans terapisti diye kendimi anlatmaya başlayınca ‘bir dakika bir dakika’ diyor insanlar. Fazla ve karmaşık geliyor ama bana göre bende tek bir konuya hizmet ediyor tüm yaptıklarım. Üretmek ve insana fayda sağlamak.

Aşk hayatımda hercai değilim. Stabil kalmayı seviyorum. İstikrarlı olmak huzur verir yani aşk yaşamak bile bir karardır ve kararın arkasında durmayı bilmek en azından deneyimleme süreci bitesiye kadar tüm aşamalarını anlamak, hissetmek gerekir. Ufak bir engel de vazgeçmek aşka ihanettir. Çabuk aşık olabilirim ama hayatıma çabucak alamam. Devamında merak uyandıran, anlam katan ve değer katabileceğim; hayatı güzelleştirme potansiyelimize uygun davranışlarımızın uyumu varsa yaşamımı birleştiririm.

Kriterlerim etrafımdaki bir çok insana uyumlu değil. Aslında kriterim yok çünkü öfkelenmek, heyecanlanmak, neşelenmek gibi bir şeydir aşık olmak. Biri gelir bir durum yaşanır ve kızarsınız, neşelenirsiniz, üzülürsünüz yani neden insanlar aşkta bir tipoloji arıyor anlamıyorum. Sarışın renkli gözleri olanlara çok öfkelenirim ya da esmer kara yağızlar beni çok güldürür, kumrallar da heyecanlandırır diyemeyeceğimiz gibi aşkın bir tip kriteri yok benim için.

Zaten tiple ilgili kriteriniz varsa siz işe alır gibi hayatınıza birini alıyorsunuz demektir ve eminim bir süre sonra duyguda, tutkuda eksilme hissedersiniz.  

Ben var olduğumun aksine bana yaşam enerjisi katan, farklı hissettiren, huzur ve keyif saçan herkese aşık olabilirim. Tam tersi yaklaşımda olan; yakışıklı, karizmatik kültürlü ve sosyal camiada parmakla gösterilen makam mevkii sahibi kriterleri benim için anlamlı değil. Yani içi boş bir çuval içine bir şey doldurma isteğiniz yoksa anlamlı değildir, içi boş hazine sandığı da öyle. İçini doldururum ben bunun enerjiisinde olmak isteyenlere bir şey diyemiyorum; yaşamdan beklentileri vardır. Kendinize güveniyorsanız anlarım ama bu enerji sarfiyatına ve kendinizi zihninizde yarattığınız kahramana inanma konusunda ikna etmeye gerçekten ihtiyacınız var mı? Benim ihtiyacım yok.

Empatik biriyse, öfke kontrolü sorunu yoksa ve çalışkansa hatta kendini geliştirmeye açıksa, özgüveni varsa benim dikkatimi çeker ve aşk böyle zamana bağlı bir şey olmadığı için anında aşık olabilirim de. Kitapta aşık olma süreçlerini anlatırken bir cümle kurmuştum. Öfkelenmek bir anda olur. Yani birine öfkelenmeye karar vermezsiniz. Üç güne kadar öfkeleneceğim ya da kime öfkelensem acaba demezsiniz. Biri gelir bir durum yaşanır ve öfkelenirsiniz. Dedim ya aşkta sıradan bir duygu, e onu niye her yerde arıyoruz, bekliyoruz, o duyguya küsüyor ve kızıyoruz, anlamıyorum. 

Kaleminden akan neredeyse tüm cümlelerine aşık olduğum yazarlar şairler elbette var ama etkilenmedim hiç. Dostoyevski benim dönemimde yaşasa bütün karakter boşluklarına rağmen hayatımda bir yer edinebilirdi çünkü üretmek ve kaliteli üretmek konusunda muazzam bir yetenek.  Halil Cibran, müthiş cümlelerin mimarı bana göre.

Benim yaşantım, dinlediğim müzikler gibi yazma temalarımda da bir tarzım yok. Biyografi romanlarında doğru anlaşılması için insanlara başarı öykülerini anlatırım ve sonrada bir cümleden 400 sayfalık kitap çıkartabilirim mesela. “Hayatında neden biri yok?” diye sorup duruyorlardı yıllardır ben de “Gerçek aşk, hissedesiye kadar yok,” diye cevaplamıştım ve şöyle bir cümle çıktı ağzımdan “Aşk’a Kadar Kapalıyız! İçeride tadilat var ve çevredeki yüreklere verdiğimiz zarardan ötürü özür dileriz,” Bu cümle öbeği bana “Aşk’a Kadar Kapalıyız!” kitabımı yazdırdı. 

Kendimi hiçbir yazarla kıyaslayarak illa şöyle olmam lazım gibi bir şey düşünmedim. Her zaman kendim oldum. Benim başka türlü bir yaşam modelim olamaz. Kimilerine garip gelse de ben şeffaflığı seviyorum yani zihnimdekiler duygular hep transparan, kıyafetlerime yansımayan bir şeffaflık anlayışı bu. Tarzın ne diye soranlara tarzım; “Orijinal Tanrısal yaratım tasarımım,” diyebilirim.

“Neden yazıyorsun?” Sorusunu çok duydum. Anlaşılmadığını düşünmek ne demek bilir misiniz? Her koşulda her alanda uyumlanmak, kabullenmek ve dengeyi kurmaya çalışmak insana ne yapar, bilir misiniz? Ben bu söylediklerimi en ince ayrıntısına kadar hissedip yaşadım. Çocukluğum gençliğim hep 35 yaş üstü olgunlukta yaşandı. Sevgili olmadan anne oldum, genç olmadan olgun ve bu sayede insanların en büyük ihtiyacının dinlenmek anlaşılmak olduğunu hissettim.

Dinlemeye başladım önce. Çözümler üretme çabam oldu inanlara dair başardım da çözüme götüren ifadelerini muhatap kişilere duyurmalarını başaramadım. Bu yüzden susanların sözlerini yazıp insanlığa ayna tutmak istedim. Görevim ayna tutmak, şifa dağıtmakmış, anladım.

Yaşamımda önemi olan edebiyatçılar, şairler ve şarkıcılar, bestekarlarla yapmak, yaşamak istediğim 6 maddem var. Sizinle paylaşmak isterim.  

1. Dostoyevski eğitmenim olmalıydı. Yaşamıyor ama kitaplarından çok şey öğrendim teknik olarak.

 2. Nazım Hikmet, ilk sevgilim olmalıydı ki, o zaman aşkın her halini yaşardım.

3. Amir Khan ile birlikte senaryo yazıp tüm aşamasında birlikte çalışmayı isterdim ve Türk yönetmenlerden de Zeki Demirkubuz’a inanılmaz hayranlığım var, mutlaka çalışmak isterim.

4. Turgut Uyar gibi güz yürekli bilmece insanları severim ve onu da tanımak isterdim. Cemal Süreya, ben, Tomris Uyar, Edip Cansever ve Turgut Uyar, Şükrü Erbaş, Küçük İskender, ah bir de edebiyatın edepsiz ağabeyi diye bilinen muhteşem üstat Can abimizle bir sohbet sofrasında olmak isterdim.

5.Sezen Aksu yanımda şarkı mırıldanırken yazmayı çok isterim. Her sayfayı sonlandırdığımda sarılabilirdim ona. Hayatımdakilerin çok anlamlandıramadığı ilginç bir hayranlığım olan, kalbini tanıdığıma emin hissettiğim ama hiç tanımadığım Hakan Altun ile de beste yapsak çok güzel olurdu.

Hayatım dışarıdan görünen neşeli kızın minnoş hikayesi şeklinde yaşanmadı elbette. Hayatımdaki yaşadığım zorluklar, sıkıntılar, çektiğim acılar beni hep başarıya götürdü. Bence her kriz aslında bir fırsattır ve ben her krizi fırsata çevirebildim çünkü bir kadın olarak ya batacak, yok olacaktım ya da dibe ayaklarımı vurup hızla yükselecektim. Yükselmeyi seçtim.

9 yıl önce uzun yıllar süren evliliğim bittiğinde bitiş çizgisineydim. İnandığım güvendiğim her özelliğinin hayali olduğunu gördüğüm çevremdeki insanların birer birer uzaklaşmasını izledim. İyi ki gittiler. İyi ki bittiler ki ben başlangıç eşiğinden atladım ve şimdiki hayatımı kazandım. Uzun ve sıkıcı hikayeleri anlatmayı sevmem  ve oğlum Hakan’ın bir cümlesini kendime düstur edindim. Henüz 13 yaşında ve bana inanılmaz bir ders verdi. Bir gün yine kabullenmekte zorlandığım bir şey yaşadım ve annemle dertleşiyordum. Hakan’da köşede bir yerlerden dinlemiş. Ben ağlamak, kızgınlık vb haldeyim ama… Yanıma geldi ve gülümseyen bir ifadeyle “Anne sana bir sürprizim var,” dedi. Hemen dikkatimi ona verdim. Nedir dediğimde yaşam öğretisi cümlesi yüzümde gülümseyiş oldu. “Sürpriz! Anne, dün bitti! Bugündeyiz! Hadi bakalım yeniden başlıyoruz!” Dedi. Evet, dün bitti dostlar. Her gün güneş gibi yeniden başlıyoruz. Doğa gibi…

Hadi gelin şimdi de bir oyun oynayalım… Sizde oynayın, örnekleri çoğaltın… Çok keyifli…“Olsam, Olsam Ne olsam?” Neden?

İstanbul’da bir semt olsam? Kadıköy. Martılı, mavili ve çok seçenekli bir yer.

Bir yemek olsam? Karbonhidrat içerikli bir şey olurdum herhalde. Enerji verir, mutlu eder ama tehlikeli. Bu soruyu cevaplarken çok güldüğümüzü belirtelim olur mu? Bilirsiniz karbonhidratlardan vazgeçmek zordur.

Bir renk olsam? Mavi ve Beyaz bir de yeşil. Gördüğünüz gibi ben tek renk olamıyorum.

Bir hayvan olsam? Kuş olurdum. Birincisi Özgürlük… İkincisi kuş, konduğu dalın kırılmasından korkmaz; çünkü güvendiği dal değil, kendi kanatlarıdır

Bir müzik makamı olsam? 9/8 lik diyeceğim ama yok, ben yine duygusu bol, sözleri derin bir şarkının makamı olurdum.

Bir slogan olsam… “Ya şikayet etme, ya da şikayet ettiğin yerde durma.” ‘ Geçmişten alacaklı, gelecekten beklentili olma.

Nazan Arısoy kimdi? Kime dönüştü? diye düşündüğümde kendimle ilgili kurduğum cümleler ve bilgiler var elbette. Yunanistan’dan Türkiye yerleşmiş bir ailenin çocuğuyum. Hareketli bir aile yaşantım oldu. Çocukken genç oldum yani 10 yaşımdan bugüne kadar hayatım sürekli çalışmakla geçti. Türkçe öğretmeni oldum, sonrasında Reklam ve Halkla İlişkiler eğitimi ve şimdi de psikoloji öğrencisiyim. Öğrencilik hiç bitmeyecek.

Üniversite öğrencisiyken evlendim ve bir oğlum oldu. Oğlum 26 yaşında hayalimdeki gibi bir genç adam oldu. Sonrasında bir oğlum daha olunca evin erkek cumhuriyetine dönüşmesi beni yalnız bırakmış olmalı ki, kızım doğdu. İlk mesleğim annelik. Gülmeyin annelik gerçekten yaşamın en önemli meslek dalı. Görev tanımı çok bir kere. Sonra eğitmenlik. Sonra roman ve senaryo yazarlığı. Ardından birçok gelişim eğitimleri ve yetkinlikler kazandım. Aile ve Evlilik Terapisti olarak hem Avrupa ülkelerinden gurbetçi aileler, hem de Türkiye’de yaşayan aileler için çözüm olma çabasındayım.

Bütüncül şifalanmaya inanan biriyim. Psikoloji iyiyse fizyolojik sağlık da iyi olacaktır inancım var. Tesadüfen tanıştığım quantum biofeedback cihazının biorezonans frekans terapi ile insanlara şifa dağıttığını görünce bu holistik yaklaşımı uygulayabilen bir uzman olmak istedim ve Biorezonans Frekans Terapistliği de yapıyorum.

Türkiye’de yayınlanmış 13 kitabım var. Son kitabım “Böyle aşkın Izdırabını…” diğer kitaplarımla tema olarak aynı değildir ama amaç aynıdır. 7 Biyografi romanım var diğerleri de yine insanlığa ayna tutan, hizmet veren ve kılavuzluk etmeyi hedeflemiş kitaplar. “Piraye’de Nazım Olmak” İran’da Farsça diline çevirisi yapıldıktan sonra okuyucuyla kavuştu. Farsça benim romantik ve polifonik bulduğum dillerden ilki, diğeri de kesinlikle İtalyanca’ dır. Mesela ismim Nazan, farsça kökenlidir, anlamı ; Nazlı.

Editörün Notu: Nazan Arısoy’un kaleme aldığı “Piraye’de Nazım Olmak” eseri İran’da “Avaye Çirok Enstitüsü” tarafından sesli kitaba dönüştürüldü. 5 saat 18 dakikalık sesli kitap, Bahman Vahşur ve Meryem Mukaddim’in performansıyla Farsça olarak seslendirildi. İranlı edebiyatçı Yasemin Puri’nin Farsça’ ya çevirdiği “Piraye’de Nazım Olmak” kitabı Seng Yayınları tarafından basılarak kitapseverlerin beğenisine sunulmuştur.

İlişkilerimde şeffaf olduğum konusundan bahsetmiştik. Olabildiğim neyse o olarak yaşamayı seviyorum. Bu şekilde yaşamayanlarla da uyumlanamıyorum. Uyumlanmadıklarımla da en değerli hazinemi yani zamanımı gereksiz çaba ile harcamıyorum. Kimsenin kalıbında cıva gibi şekil almıyorum, kimsenin de bana göre şekillenmesini de istemiyorum. (çocuklarım da dahil)

Duygusallık zirvesi yaşayan bir insanım ama duygusallıkla dağılan biri değilim. Sorumluluklarım, önceliklerim sadece bana göre değil, sorumlu olduğum tüm canlılara göre şekil alıyor.

İlişkilerde pahalı hediyeler mi, duygusal hediyeler mi? Cevaben de şunu söyleyebilirim. Hediye başlı başına duygusal bir hareketin maddeye dönüşmüş halidir. Duygunuz olmayan ya da paylaşım yaşamadığınız insanlara lütfen laf olsun diye hediye almayın. Anlamı olmalı. Herkese aynı hediyeyi almayın. Mesela birinin kalbini kırdığınızda tamir etme çabasıyla canı alınmış dalından koparılmış ölüme mahkum edilen çiçekleri almayın. Bir canlıyı mutlu etmek için diğer canlıya kıymayın. Pahalısı ucuzu değil de, önemsendiğimi özellikle benim için çaba sarf edildiğini hissettiğim hediyeler benim için çok değerli; he bir de yaşamıma katmak istenilen hediyeler. Ölmek üzere olan değil de yaşaması için yaşamımda tutacağım çiçekleri hediye olarak kabul edebilirim. Yasemin, mum çiçeği ve orkideleri severim.

Herkesin romantizm anlayışı farklıdır dostlar. “Romantizm sizce nedir?” diye sorduğunuz herkes kendisini mutlu eden bir örnek verir yani tatmin olacağını düşündüğü bir davranışın romantizm olduğunu söyler. Mum ışığında yemekler, sürpriz tatiller, tutku dolu bir gece hikayesi, sevdiği takımın maç biletleri ya da bir etkinlik… İnsan neden tatmin oluyorsa onunla romantizm yaşar. Kimileri birlikte sarılıp susmayı, hareketsiz kalmayı romantik bulur. Benim için romantizm birlikte aynı fikirde olup eyleme geçirdiğimiz, paylaştığımız durumlardır. İçeriğinin bir önemi yok. Sıradanlık sevmediğimi kısa zamanda anlıyor hayatımdaki insanlar.

En büyük ilişki problemini mesleki deformasyon yaratır bana. Edebi cümleler ya da ilişki terapisti havaları. Hep bir doğruya yönlendirme, durum analizi yapma ve çözüme giden yolu keşfetme… Karşı tarafı anlamaya çalıştığım için yaptığım uzun sohbetler vb. bunlar neden sorun olsun ki diyebilirsiniz ama oluyor. Anlamaya çalışırken anlaşılamadığımı ve insanların sadece kendini önemsediğini gördüğümde uzaklaşıyorum.

Maalesef çokça ilişki örneğine mesleğimden dolayı şahit olduğum için birkaç paylaşımda ilişkinin analitik raporunu çıkartıyorum. Ay çok sıkıcıyım vallahi. Yani birilerine göre öyleydim ama kıymetlendiren de oluyor. İyileşen, değişmeye karar verip daha mutlu ilişki yaşama isteğinde olanlar da oldu. Herkesten çok sık duyduğum bir cümle geldi aklıma, “Ben hayatıma alıyorum, iyileştiriyorum, başkalarına yarıyor,” cümlesi. “E ne güzel işte mikrop temizleniyor insanlığa faydan oluyor daha ne istiyorsun,” diyorum. Bencil olanlar kızıyor evrensel ve tüm canlılarla birbirini bağlı görenler hak veriyor.

İnsanlar önce arkadaş, sonra flört sevgili ve tam olmayı başarmak yerine; önce tutkusal tüketim, sonra birbirini tanıma çabasıyla meşgul oldukları için ilişki olmuyor ve daha bir çok gerekçe sayabilirim. Başarısız ilişkilerin en büyük nedeni EMPATİ yeteneğini kullanmamaktır. “Böyle Aşkın Izdırabını…” kitabımda tüm detaylar hap niteliğinde formüle edilmiş şekilde anlatıldı.

Siyasi görüşüm, tuttuğum takım vb. özelliklerimi en yakınlarım bilir ama bence edebiyatta sanatta meslek edinmiş birinin yaşamındaki bu detaylar önemli değil. Mesleki değerlendirmenin önüne geçiyor bu özellikler. Hele ki, Türkiye’de hemen yaptığınız iş değersizleşiyorsa.

Hırslı değilim ama azimli biriyim. Hayatı olmasa da, işimi ciddiye alırım, sıkı çalışırım, sıkı eğlenirim; arkadaşlarımla olmayı, müziği çok severim. En güzeli de ne biliyor musunuz, etrafımdakilerin tüm eleştirilerine rağmen tüm duyguları zirvede yaşamayı seviyorum. ”

Aşık olmak, ilişki yaşamak yaşam motivasyonu sağlar ancak sırf ilişkide kalacağız diye bizi değersizleştiren durumlara da müsaade etmemeliyiz. Mesela her türlü şiddet bu sihri bozan en önemli etken; ister fiziki olsun, ister psikolojik fark etmez şiddetinin her türlüsüne karşıyım ve bu konuda mücadele ediyorum. Aslına bakarsınız şiddetin kime yapıldığının önemi yok kadın, erkek, çocuk ya da hayvan hatta öylece olduğu yerde yaşama tutunma çabasında olan bitkiler, ağaçlar bile.  

Beni susturmazsanız, röportajın sonu gelmez.  Şimdilik bu kadar diyelim. Şunu belirtmek isterim ki; Bu anlatım tarzını sunan çok akıllıca davranmış. Böyle röportaj olarak değil de, sıralama olmadan aklıma ne geldiyse o andaki ruh halimle, keyifle, özgürce kendimi anlatabilmek, sorulara bağlı kalmamak çok harikaydı. Çok iyi geldi. Teşekkürler özgünlük ve özgürlük için.

Elbette son olarak teşekkür etmek istediklerim var;

Öncelikle İstStarMag dergisine, tüm emeği geçenlere, bu anlattıklarımı yazıya döktükleri ve yayınladıkları, beni Ağustos ayı kapağı yaptıkları için çok teşekkür ediyorum, minnettarım.

Gerçekten çok keyif aldım… Anlatırken bazen güldüm, çeşitli şekillerde duygulandım ve her şeyi sizlerle dürüstçe paylaştım.

Yaşamımda da teşekkür etmek istediğim insanlar var. Klasik röportaj kapama cümlesi gibi gelebilir ama söylemezsem haksızlık etmiş olurum. Bugün beni merak edip bu röportajı okuduysanız beni ben yapanlarında teşekkürü hak ettiğini düşünüyorum.

Edebiyatı sevdirdiği için babam gazeteci yazar İsmail Bülent Arısoy’a, annem Mine Sultan’a, ben gelişip mesleki açıdan büyürken daha fazla çalışmam gerektiğini söylediğimde beni anlayan ve benimle uyumlanan çocuklarıma en büyük teşekkürlerimi sunuyorum.

Asıl önemli teşekkür ise hayatıma sadece 2.5 ay kadar bakıp çıkan ama bana beni hatırlatıp yazılı ve unutulmayı bekleyen kitaplarımı okuyucuyla buluşturmam için beni yüreklendiren, bana en çok yakışan şeyin insanlara fayda sağlamak olduğuna inandıran fark ettiren ve sahip olduğum tüm kariyerim için ben eşikten atlatan en iyi eğitmenime de teşekkür ediyorum. 

Kazandıklarım, kaybettiklerimle hayatıma yerleşti. Hayatıma dokunup giden gittikleri için daha iyisini yaşamama vesile olan herkese de teşekkür ederim. Elbette okuyucularım ve iş dünyasında bana inanan ve emeğime değer veren değer katan herkese teşekkür ediyorum. Bu teşekkür konuşmasında ne kadar kalabalık olduğumu fark ettim. Dostları unutmuşsunuz diyeceksiniz; hayır unutmadım çok azlar ve kendilerini iyi biliyorlar hatta daima “Teşekkür edecek bir şey yok; olması gereken, olması gerektiği zaman yaşanır ben vesile oldum,” diyebilen dostlarız biz.